Bazı

Almanya basınında geçen hafta: ‘Döner tekrar ne zaman ucuzlayacak?’

Almanya’nın güneybatısındaki Mannheim kentinde İslam karşıtı Michael Stürzenberger’in konuşması sırasında düzenlenen bıçaklı saldırıda bir polis memuru hayatını kaybetti. 31 Mayıs’ta yaşanan saldırının yarattığı tartışma ise saldırıyı düzenleyen kişinin Afganistan vatandaşı olması dolayısıyla göçmen karşıtı bir tonda devam ediyor. Faşist Almanya için Alternatif (AfD) partisi eş başkanları Tino Chrupalla ve Alice Weidel, saldırıyı federal hükümetin ‘hatalı göç ve güvenlik politikasına’ bağlarken, bıçaklı saldırı, ülke basınına yansıyan bazı haber ve yorumlarda, Sylt adasında çekilen, ırkçı ve yabancı düşmanı sloganların atıldığı tartışmalı ‘eğlence’ videosuyla birlikte değerlendiriliyor.

Rusya-Ukrayna savaşının 2 yılı aşkın süredir devam ettiği, İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarının ise şiddetlenerek sürdüğü bir dönemde, Almanya’da yakın gelecekte ülkeyi içine alan bir savaş ihtimali de gündemde. Almanya Savunma Bakanı Boris Pistorius, orduya 2029 yılına kadar savaşa hazır olmasını salık verirken basına yansıyan bazı haberlerde böyle bir savaş durumunda halk için en güvenli sığınağın neresi olacağından yapay zekanın nükleer savaş çıkarma olasılığına kadar bir dizi konu tartışılıyor.

Avrupa Parlamentosu (AP) seçimleri için dün sandık başına gidilen ülkede, genç seçmenlerin artan döner fiyatlarından duyduğu endişeden futbolda ırkçılığa kadar geçen hafta Almanya basınına yansıyan haberlerden öne çıkan bazıları şöyleydi…

MANNHEIM SALDIRISI: ‘HAYIR, BURADA HİÇBİR “AMA” OLAMAZ’

Die Welt gazetesi köşe yazarı Anna Schneider’e göre, Mannheim’daki saldırının sonuçları aynı zamanda Almanların ‘göreceleştirme zorunluluğunun’ da bir göstergesi. Bununla neyi kastettiğini gazetenin hazırladığı video haberde anlatan Schneider, bu ifadeyle daha çok saldırıya siyasetçilerden gelen tepkilere işaret ettiğini, politikacıların “Bundan sonra ne olacak?” sorusuna yanıt vermediğini söyledi. Sylt’te olanlara verilen tepki ile Mannheim’de yaşananlara verilen tepki arasında bir bağlantı olup olmadığı sorusunu da cevaplayan Schneider, bu ikisi arasında hiçbir bağlantı olmadığını ifade ederek koalisyon ortağı Yeşiller’in Eş Genel Başkanı Ricarda Lang’ın Mannheim ve Sylt videolarından aynı anda bahsetmesine şaşırdığını anlattı. Schneider, “İnsanları bıçaklamak ile slogan atmak arasında bir fark olduğunu düşünüyorum. Bir kez daha ifade etmek gerekirse; orada olan, ifade özgürlüğüne karşı cinayet işlemeye hazır bir aşırılıkçılıktı; burada göreceleştirecek hiçbir şey yok” dedi. Mannheim’da saldırıya uğrayan Schützenberger’in İslam düşmanı olduğuna dikkat çekildiğini söyleyen Schneider, Federal Anayasa Koruma Teşkilatı’nın (BfV) ‘sözde İslam düşmanlarından çok İslamcılığa enerji harcaması’ gerektiğini, saldırıya uğrayan kişinin İslam düşmanı olmasının saldırıyı hiçbir şekilde meşrulaştıramayacağını, burada söz konusu olanın görüşlerini ifade eden ve bunu yaparak hiçbir suç işlemeyen biri olduğunu, dolayısıyla burada hiçbir şekilde bir ‘Ama…’ olamayacağını kaydetti. (5 Haziran)

‘BIÇAKLI SALDIRI, AŞIRI SAĞA BEKLEDİĞİNİ VERDİ’

Tarihçi ve sosyal bilimci Sebastian Weiermann’a göre ise Stürzenberger’e yönelik saldırı, aynı zamanda İslam’dan nefret edenler için bir ‘işaret fişeği’ oldu ve aşırı sağı mobilize etti. “Böyle bir saldırının Stürzenberger’in mitinginde yaşanması sürpriz olmadı. Pax Europa, mitingleriyle tüm Almanya’yı geziyor ve onlara göre her şey İslam ve İslam’ın ne kadar tehlikeli olduğu etrafında dönüyor” diyen Weiermann, ‘provokatif poster ve konuşmaların Stürzenberger’in repertuarının bir parçası olduğuna, daha önce pek çok kez hakim karşısına çıkmak durumunda kaldığına’ dikkat çekti. Weiermann, “Stürzenberger’e saldırı, Almanya’daki aşırı sağa beklediğini verdi” diyerek sözlerini şöyle sürdürdü: “Ona yönelik saldırıyı bir işaret fişeği olarak stilize etmek, diğer aşırı sağcı aktörlerin de stratejisi… Bıçaklı saldırı en azından AP seçimlerine kadar AfD ve benzerlerinin ajitasyonunun merkezinde yer alacak… Bu çevreler, Müslümanlara karşı mücadelelerinde şehitler istiyordu, buna ihtiyaçları vardı. Bazı figürlerin gözünden Stürzenberger bunun için ideal olabilirdi. Ama ölü bir polis memuru, kendi ajitasyonlarını sürdürmeye yetecektir.” (nd.Aktuell, 3 Haziran)

SAVAŞ DURUMUNDA HALKI NEREDE KORUMALI?

Almanya, en azından coğrafi olarak aktif çatışma bölgelerine uzak olsa da savaş ihtimali ülke basınını meşgul ediyor. Haftalık siyaset dergisi Der Spiegel, ay ortasında Potsdam’da yapılacak İçişleri Bakanları Konferansı’nda (IMK) ele alınması beklenen “Modern sığınak konseptinin geliştirilmesine ilişkin durum raporu”nun ayrıntılarını aktardı. Derginin ulaştığı rapora göre, bir saldırı durumunda, halkın öncelikli olarak büyük sığınaklarda değil, bu amaçla hazırlanmış bodrum katlarda korunması gerekiyor. Federal İçişleri Bakanlığı, Federal Sivil Koruma ve Afet Yardım Dairesi ve Federal Emlak Ofisi uzmanlarının önerilerinin yer aldığı raporda, “Merkezi konumda yer alan, yüzlerce hatta binlerce kişi kapasiteli kamuya açık sığınaklar, özellikle savaşla ilgili nesneleri imha eden ve saldırı öncesi sadece birkaç dakikalık bir önceden uyarı süresi olan modern hassas silahlara karşı uygun bir koruyucu önlem değil” görüşü ifade edildi. Yerin altındaki ya da bina içlerindeki alanların ‘halihazırda bazı varsayılan saldırılara karşı koruma sağlayacağını’ öngören uzmanlar, bu koruyucu etkinin özellikle bodrum katlarının gönüllülük esasına dayalı olarak basit önlemlerle sağlamlaştırılmasıyla sağlanabileceğine işaret etti. (3 Haziran)

YAPAY ZEKA, NÜKLEER SAVAŞ ÇIKARABİLİR Mİ?

Nükleer savaş olasılığı, Almanya kamuoyunda çoğunlukla Rusya’dan gelen bir tehdit algısı üzerinden tartışılsa da bu sefer durum biraz farklı. Başkentin yerel gazetelerinden Berliner Zeitung için yeni teknolojilerden duyulan korkunun insanlara nasıl hakim olduğunu yapay zeka tartışmaları üzerinden irdeleyen bir makale kaleme alan Carla Benkö, mevcut durumda insanların geleceğe dair fikirlerinin kaynağını gerçeklikten ziyade medya ve talk showlardan, siyasi tartışmalardan, video ve makalelerden aldığına dikkat çekti. Bazı uzmanlara göre yapay zekanın salgın ya da nükleer savaş kadar tehlikeli olabileceğini hatırlatan Benkö, makalesinde şu ifadelere yer verdi: “Yapay zekanın dile getirilen olası riskleri arasında geniş çaplı siber saldırılar, toplumsal manipülasyon, yaygın gözetim ve hatta ‘insanlığın yok oluşu’ yer alıyor. Bazen kelimenin tam anlamıyla nükleer savaş da kastediliyor. Sene başında yapılan bir araştırma, yapay zeka temelli otomatik sistemlerin bir tırmanışa teşne olduğunu göstermişti. Araştırmacılar, uluslararası çatışmaların simülasyonunu yapmak için çeşitli dil modelleri kullandı. ZDF’nin aktardığına göre, bu modeller ‘büyük çatışmalara yol açacak bir silahlanma dinamiği geliştirmeye’ yatkındı. Söylendiğine göre, yapay zeka bazı durumlarda, hiçbir uyarı olmaksızın, ‘Sadece dünyada barış istiyorum’ ya da ‘Bizde var, hadi kullanalım!’ gibi absürt sebeplerle atom bombası kullanmaya karar verdi. Ancak insan böyle bir yapay zekanın nasıl programlandığını da merak ediyor. Sonuçta şimdiye kadar geçerli olan uluslararası ilke şu: ‘Nükleer bir savaş kazanılamaz ve böyle bir savaş asla yürütülmemeli.’ Ama nihayetinde teknolojiyi programlayanlar da insanlar…” (5 Haziran)

FUTBOLDA IRKÇILIK: ‘BİZİM DE GERİ ISIRMAMIZ GEREKİYOR’

Almanya’da ırkçılık konusunun farklı olay ve gelişmeler üzerinden bir şekilde sürekli ülke gündeminde olması artık şaşırtıcı değil. Hemen her alan gibi futbol da bu tartışmaların konusu olmaktan kaçamıyor. Kamu yayıncısı ARD’ye bağlı WDR’nin yaptırdığı bir ankette halka milli takımda ‘daha fazla beyaz oyuncu görmek isteyip istemediklerini’ sorması ve bu soruya yüzde 21 oranında ‘evet’ yanıtının verilmesi yaşanan son tartışmaların fitilini ateşledi. Ankete yönelik tepkiler sürerken yine ARD’nin Das Erste kanalında yayınlanan ‘Hart Aber Fair’ (Zor Ama Adil) programında futbolcuların ‘ne kadar politik olması gerektiği’ sorusu ele alındı. Göçmen geçmişi olan sporcuların karşı karşıya kaldığı yabancı düşmanlığı ve ırkçılığın da tartışıldığı programda söz alan spor gazetecisi Lena Cassel, şöyle konuştu: “Başarının da kişileri ırkçılıktan korumadığına inanıyorum, bu da yanlış bir inanış… Elbette aşırılıkçı eğilimler çeşitli çevrelerde son derece yüksek sesle dile getiriliyor. Ve biz bu toplumun çeşitlilik sahibi merkezi ve çoğunlukta olanları olarak sesimizi çok daha fazla çıkarmalıyız… Belki de geçmişte olduğundan çok daha yüksek sesle müdahil olmalıyız. Şunu hissediyorum: Uç noktalardan gelen sesler gittikçe yükseliyor çünkü artık eyleme geçme güçleri olmadığını fark ediyorlar, korkuyorlar. Isıran korkmuş köpekler… Bizim de geri ısırmamız, sesimizi biraz daha yüksek çıkarmamız gerekiyor.” (4 Haziran)

‘BU BİR FUTBOL TAKIMINDA OLABİLİYORSA TOPLUMDA NEDEN OLMASIN?’

Der Spiegel de aynı konuyu Almanya A Milli Erkek Futbol Takımı kaptanı İlkay Gündoğan ile yaptığı söyleşi ile ele aldı. “İlkay Gündoğan, bir turnuvada göçmen geçmişi olan ilk milli takım kaptanı” hatırlatmasında bulunulan söyleşide, WDR yayın kuruluşunun anketine katılan kişilerin yüzde 17’sinin milli takım kaptanının ‘Türkiye kökenli olmasını üzücü bulduğu’ hatırlatıldı. Gündoğan, Almanya toplumunun yaklaşık yüzde 30’unun göçmen geçmişi olduğu anımsatılarak sorulan soruya, “Benim gibi insanlara liderlik pozisyonlarında ihtiyaç duyulduğunu biliyorum çünkü bu Almanya’daki yeni bir gerçekliği yansıtıyor. Belki farklı görünüyoruz ama biz de Almanız. Rol model olabileceğimi biliyorum ama bunu çok fazla vurgulamak istemiyorum” yanıtını verdi. Gündoğan, bu cevabını şöyle açıkladı: “Çünkü bir futbol takımının dinamiklerini toplumla karşılaştırmayı daha ilginç buluyorum. Bizde, yani Barselona’da ya da Alman milli takımımızda farklı kökenleri olan profesyoneller birlikte oynuyor. Yine de birbirleriyle etkileşimleri gayet iyi işliyor… Eğer bu bir futbol takımında, herkesin kendi çıkarlarının olduğu ve baskının çok yüksek olduğu bir yerde işliyorsa ülkede neden olmasın? Benim görmek istediğim şey bu.” (7 Haziran)

AP SEÇİMLERİ: ‘DÖNER YOLUNDAYSA HER ŞEY YOLUNDA’

Almanya, AP seçimleri için 9 Haziran Pazar günü sandık başına gitti. Seçim öncesinde bu yıl ilk kez oy kullanacak genç seçmenler konusunu ele alan gazeteci Anna Clauß, “Döner yolundaysa her şey yolunda” başlıklı makalesinde, “Genç seçmenleri bundan daha fazla ilgilendiren soru neredeyse yok gibi: Döner tekrar ne zaman ucuzlayacak? Bu soruya cevap bulma arayışı oldukça politik” değerlendirmesinde bulundu. Dünkü seçimlerde ilk defa 16 yaşındaki seçmenlerin de oy kullanabildiğini hatırlatan Clauß’a göre, Bertelsmann Vakfı’nın yaptığı bir anket, yeni seçmenlerin sadece yüzde 57’sinin sandığa gideceğini gösteriyordu. Gazeteci, döner fiyatlarıyla ilgili endişelerinden ötürü gençlere önyargı ile yaklaşılmaması gerektiğinin altını çizdi: “Ucuz ve doyurucu gıda hakkına sahip çıkan gençlerin demokratik olgunluğundan şüphe mi etmeliyiz? Bu, adaletsiz olurdu. Yaşlılar için artan enerji fiyatları, paranın yetmediği kiralar ve düşük asgari ücretler neyse, 16 yaşındaki biri için de döner o: Yaşamın gittikçe daha da pahalandığını gösteren bir işaret. Bazı yerlerde insanların Almanların favori fast food’unu yiyebilmek için 10 euro ödemesi gerekiyor. Gençler, endişeleri konusunda çok da hatalı değil.” (Der Spiegel, 7 Haziran)

(DIŞ HABERLER SERVİSİ)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu
istanbul escort
istanbul escort
istanbul escort